Böyle kült bir film yapabilmek için sinemada kurgunun önemi bir adım daha ön plana çıkıyor. Bu satırlarda bir yönetmenin, daha rejisör koltuğuna oturmadan önceki gelişim sürecine de tanık olacağız. Bu haftaki söyleşi yazımda siz kıymetli okuyucularım için Yüksel Torun ile sinema ve kurguya dair her şeyi konuşmaya ve bu sayfalara sığdırmaya çalıştım. Torun, ilk olarak kurgu asistanlığına 17 yaşında başladığını ve askerlik dönüşünde de bu işe devam ettiğini anlatırken, 1990'ların ortalarındaki sinema sektörünü dile getirdi.

1990'larda o kadar da çok kurgu stüdyosu yoktu piyasada. En fazla 10-15 tane stüdyo vardı sektörde. Anolog montajdan tam bir dijital (bilgisayar) dönemine geçiş dönemiydi. Anologla öğrenirken diğer taraftan da dijital öğrenmeye başladık. Kasetleri takıp sökme montajını yaparken dijital üzerinden kurguya geçtik. Sektördeki teknolojik değişimin etkisinin ikisinde de çalışmış oldum.

Sinema tarihine baktığımızda ilk sinema filmlerinden günümüze filmlerin kurgusu, sadece videoları birleştirmekten de öte bir anlam taşıyor. Torun'a, kurgucunun sektördeki rolünü soruyorum. "Bir kurgucunun sadece teknik becerilere sahip olması yetmez" diyor ve ekliyor.

Öncelikle, kurgucunun kendi kimliğini, yaşadığı coğrafyayı ve coğrafyanın kültürünü iyi bilmesi gerekir. Aynı zamanda kurgucunun ülkesinin insanlarının hikayesini anlaması gerekir. Bunun için de coğrafyanın hikayesini bilmek gerekiyor. Ayrıca, edebiyatı da iyi bilmek şart. Yeşilçam'ı, Osmanlı geçiş dönemini, sol ve sağ edebiyatını bilmek önemlidir.

Torun, reklam ve klip kurgusunu film kurgusundan ayıran önemli farkları ele alırken, "Reklam veya klip kurgusu, sadece bir malzeme olarak düşünülmesi gerektiğini belirtiyor.

Ancak film kurgusu, daha derinlikli ve duygusal bir süreçtir. İyi bir kurgucunun sahip olması gereken nitelikleri sıralamak gerekirse: İyi duymak, iyi görmek, çekilmiş görüntülerdeki oyunu iyi takip etmek, senaryoyu takip etmek ve diğer oyuncuların katkılarını duygu ve düşüncelerle birleştirerek filmdeki karakterleri içselleştirmek zorundadır kurgucu.

Torun, kurguda değişimlerin olduğunu belirtirken, eskiden daha yavaş ve fotoğrafik görsellerle duygu anlatımının yerini dijital çağ ile birlikte sürecin hızlandığına işaret ediyor. İzleyicinin artık daha az sabırlı olduğunu, her şeyin daha hızlı işlediğini ve teknoloji sayesinde bilgi alışverişinin arttığını ifade ediyor. Ancak bu durum karşısında, kurgu mesleğinin teknolojiyle birlikte kolaylaştığı düşüncesinin doğru olmadığını, yılların verdiği deneyimle bunun düşünülmemesi gerektiğini dile getiriyor.

Kurgucular olarak, sadece çekilmiş olan görüntüleri birleştirmekle kalmıyoruz, aynı zamanda filmdeki karakterlerin içsel yolculuğunu da belirginleştirmeye çalışıyoruz. Bu meslek sadece teknik ya da teknolojik bir iş değil, çekilmiş görüntüleri zincir halinde oluşturma sanatıdır diyebilirim. Kurgucunun önemli bir görevi, senaryoda yazılan ile montaj masasına gelen görüntülerin nasıl bütünlük elde edileceği ve izleyiciye yansıtılacağına da karar vermek. Çekimlerde teknik sıkıntılar olabiliyor, oyuncuların devamlılık problemleri olabiliyor. Hatta sette yaşanan herhangi bir hata bile kurgucunun dikkatini çekebilmelidir.

Kurgu, bir film veya herhangi bir görsel eserin en önemli bir parçasıdır ve yapım sürecinde oldukça kritik bir rol oynar. Özellikle film çekimlerden sonra gerçekleştirilen kurgu aşaması, hikâyenin anlatımını şekillendirmekte ve izleyiciye aktarılan duygu mesajını güçlendirmektedir. Siz de çocukluğunuzdan beri kurgu işine olan 27 yıllık deneyim ve hakimiyetinizi yönetmenlik kariyerinizde başarıyla kullanıyorsunuz.

Evet, kesinlikle. Her sahnede dikkat edilmesi gereken detaylar vardır ve bu detaylar, izleyicinin filmi akıcı bir şekilde takip etmesini sağlamak için önemlidir. Kostüm, ışıklandırma, oyuncunun performansı ve diğer görsel unsurların tutarlılığı, kurgunun kalitesini belirler. Bir sahneden diğerine geçişteki uyumluluk, seyircinin dikkatini dağıtmamalı ve hikâyenin bütünlüğünü korumalıdır. Bu unsurların dikkatle işlenmesi, izleyicinin filme daha derinlemesine bağlanmasını sağlar ve film deneyimini daha etkileyici kılar.

Siz ve ekibiniz, kurgu aşamasında karşılaşılan her türlü zorluğu aşarak hem sinemada hem de kurguda başarılı ve etkileyici eserler ortaya koymaya devam ediyorsunuz. Bu süreçteki yetenek ve kurgucunun kendisini geliştirmesi gerektiğine vurgu yapan Torun’a. Başarılı bir yönetmenlik kariyeri için temel taşların neler oluşturduğunu soruyorum.

Başarılı bir yönetmenlik kariyeri için temel taşlar çeşitli unsurlardan oluşabilir. Bunlar arasında tecrübe ve eğitim, sanatsal anlayış ve yetenek, teknik beceriler, iletişim yeteneği, yaratıcılık ve esneklik gibi önemli noktalar bulunmaktadır. İyi bir kurgucunun saha deneyimi ve eğitimle birlikte sanatsal bir bakış açısına sahip olması, hikâyeyi ve karakterleri anlama ve izleyiciye aktarma yeteneği önemlidir. Aynı zamanda kullandığı teknik araçları etkili bir şekilde kullanabilme yeteneği, yönetmen ve diğer ekip üyeleriyle etkili iletişim kurabilme becerisi ve beklenmedik zorluklarla başa çıkabilme esnekliği de kritik öneme sahiptir. Ancak bu unsurlar tek başına yeterli değildir; sürekli kendini geliştirme, yeni teknolojilere adapte olma ve sanatsal vizyonu genişletme de önemlidir.

Çocukluğundan bu yana kurgu işini yapan, dönüp yönetmenlik yaparken de çekimler öncesinde kurguya büyük önem veren yönetmen ne çekerseniz çekin, günün sonunda çekilen şey kurgulanacak diyor.

Evet, günün sonunda çekilen şey kurgulanacak. Kurgulanırken de izleyicinin görüntüde güzel görmesi, görüntü ve sesin eş zamanlılığı yani devamlılığı, oyuncunun kafasının, elinin gözünün her hareketinin saçının her bir teline kadar devamlılığın birbirine eşleşmesi gerekiyor. Hem kurgucu hem de bir yönetmen olarak yaklaşık 20 yıldan bu yana reklam, dizi ve sinemada çalıştım. Kurgu bilmek sette yönetmene özgüven getirir. Sahneyi nasıl bağlayacağını bildiği için ne çekmesi gerektiğini bilir. Böylece kurgu masasına gereksiz çekimler gelmemiş oluyor. Kurgunun ihtiyacı olan finalde ne olacak onu sette görerek masaya taşıyorum. Masada montaj yaparken kendi kendimize fırça atmayacağımıza göre ve bunu niye çekmedik demeyeceğimize göre çekimleri en iyi şekilde yapmış oluyoruz.

Yani filme başlamadan önce bütün çekimleri zincir halinde görüyorsunuz.

Senaryoyu okuduğumuzda filmin çekim aşamasında hangi dinamiklere ihtiyacı var onu biliyoruz. Sahnelerde hangi duygunun nasıl anlatım yapacağını bilmek önemlidir. Ben dolgu sahnelere çok özenmem. Dolgu sahneleri geçiş sahnesidir. İhtiyaç yoktur. Bütçede gereksiz harcamaya neden olur. Zamansal kayıptır. Senaryoda izleyiciye bir geçiş sahnesi olarak yer alıyordur yazar. Bu dolgu sahnelerin film içinde duygu aktarımına hikâyenin akışına ise hiçbir katkısı yoktur. Geçiş sahneleri senaryonun dolgusudur. Dolgu sahneleri izleyiciyi de filmde tekrara düşürür.  Kurgu mantığıyla düşündüğümde mekân değişimi pratik bir şekilde yapılabilir. Senaryoda anlatım ile filmdeki sahne çekimi bazen farklıdır. Yönetmenliğini ve kurgusunu yaptığım kendi işlerimde dolgu sahnelerinin gereği yoksa, çekim öncesi montaj masasına gelmeden çöpe atarım. Onun yerine oyuncuya ve filmin çekileceği mekâna yatırım yaparım. Anlayacağınız sinema ve kurgu ekonomi sanatıdır da…

Sinemayı ekonomi sanatına benzetir de usta yönetmen hiç durur muyum biraz daha açmasını istiyorum.

Bir senarist film yazarken, bütçesini iyi hesaplaması son derece önemlidir. Hikâyeyi anlatacak unsurların yanı sıra, bu anlatım için gerekli olan mekânların ve diğer gereksinimlerin bütçesi de göz önünde bulundurulmalıdır. Senaryonun çekilebilirliği, aksiyonun ve senaryo oyun gücünün de değerlendirilmesi gerekir. Bir yönetmen, bu unsurları analiz edebilir ve bütçeyi doğru şekilde kullanabilirse, doğru oyuncularla çalışarak başarılı bir film ortaya çıkarabilir. Ancak, senaryoyu sadece beğenmek yetmez. Her ayrıntısına dikkatlice göz atmadan, senaryonun tüm detaylarını incelemeden sadece bayılarak film yapmaya karar vermek, zarar ve zaman kaybına neden olabilir. Bu nedenle, sinema açısından bakıldığında, ekonomi sanatı daha senaryo aşamasında başlar. Çok sayıda insan, film yapmak ve yönetmen olmak için evini satıp, bankadaki paralarını çekip, tarlasını satmıştır. Ancak bu tür ani kararlar sonucunda paralarının heba olup gittiğini, film projelerinin beklenen başarıyı elde edemediğini görmek de mümkündür.

Sinema sektörünün büyük bir ekonomi olduğunu ve popülerlik kazandığını belirten Torun, herkesin bu alanda yer almak istediğini ifade ediyor. Ancak, sinemanın sadece öğrenilecek bir iş olmadığını, aynı zamanda geliştirilecek bir yetenek gerektirdiğini tekrardan vurguluyor.

Sinema sektöründeki deneyimlerinden yola çıkarak, sektördeki bazı gerçeklere dikkat çekmek istiyorum. Özellikle, sinemada ustalıkla işler yapan birçok kişi var. Aynı zamanda sektörde iyi işler yapmayanlarda var. On kişiden beşinin sinema alanına uygun olmadığı bir piyasa var. Sinema sektöründe bir film yapmanın maliyeti vardır. Filmlerini finanse etmek için başka işlerle uğraşan insanlar, genellikle sinema sektörünün dinamiklerini ve izleyici taleplerini bilmedikleri için doğru projeleri seçemiyorlar. Bu durum hem yapımcılar hem de izleyiciler için hayal kırıklığına neden olabiliyor. Sinema sektöründe yapımcılarla yatırımcıları bir araya getirecek bir platform yok. 27 yıldan bu yana şunu görüyorum: Evini, arabasını, bankadaki parasını çeken, tarlasını satan, otelini satan veya emekli ikramiyesini alıp film yapan insanlarla karşılaştım. Yönetmenlik mesleğinin bir yetkinlik olarak tanımlanmış alan olmayınca herkes yönetmen olmak istiyor. Mesela yetiştirdiği fıstık bahçesindeki mahsulleri satınca film çekmek isteyebiliyorlar da. Sonrada bu filmleri İMBD veya BOX Office yazabilirsiniz ama çoğunlukla çöp oluyor. Yatırımcıların beklentisi para kazanmakken, biz sinemacıların beklentisi ise iyi iş yapmaktır. Bu iki beklentiyi eşleştirecek bir platform olmadığı sürece, yönetmenleri, film yapımcılarını ve yatırımcıları doğru projelerde buluşturmak zor olacaktır.

Edebiyat ve tiyatro, aslında sinemanın temel taşlarından biridir. Özellikle Fransız İhtilali sonrası, 1879'dan sonra, bu sanat formlarının görsel bir şölene dönüştüğünü ve aristokrat kesimin ayrıcalığı haline geldiğini dile getiren Torun'a, Shakespeare gibi klasik eserlerin Hollywood sinemasında hala tekrar tekrar sinemaya uyarlandığını belirttim.

Edebi eserlerin önce tiyatro sahnelerinde ardından da sinemada yeniden canlandırılması, edebiyat eserlerinin popülerliğinin ve okunma etkisinin artması için önemli bir adımdır. Shakespeare'in eserleri gibi klasikler, Hollywood gibi büyük yapımcılar tarafından tekrar tekrar sinemaya uyarlanmaktadır. Bunun nedeni, izleyicinin, dilin ve algının değişmesiyle de ilgilidir. Sinemada dil ve algı, zamanla değişir ve evrim geçirir. Shakespeare'in eserlerinin günümüz izleyicileri tarafından algılanması hem anlatılan hikâye hem de yaratılan dünya açısından zor olabilir. Bu nedenle, eserlerin farklı versiyonlarda tekrar tekrar sinemaya aktarılması, izleyici kitlesinin değişen ihtiyaçlarına uyum sağlamak içindir.

Bu uyumun Türk Sinemasında nasıl sağlanabileceğini soruyorum.

Sinema, toplumun değişen ihtiyaçlarına uyum sağlayan bir sanattır. Mesela bizde 1960’larda yapılmış Yılanların Öcü gibi klasik Türk filmlerinin yeniden çekilmesi gerekir. Mesela Yılmaz Güney'in filmleri yeniden çekilmelidir. Teknoloji gibi mekanlar, oyunculuk anlayışı gibi izleyici de zamanla değişiyor. Genç nesil, eskiden yapılmış filmleri sevmeyebilir veya anlamayabilir. Ancak, günümüz koşullarına uygun bir şekilde yeniden yapıldığında bu filmlerin anlamını daha iyi kavrayabilirler. Sinema sürekli değişen ve evrilen bir sanattır. Toplumun değişen ihtiyaçlarına uyum sağlayan bir anlam aktarım aracıdır. Hangi tür film yapılırsa yapılsın, ana mesajın ne olduğu ve izleyicilere ne anlatmak istendiği önemlidir. Sinema, anlatıcı ve öğretici yönüyle insanlara derin mesajlar verebilir ve onları düşündürebilir. Ancak, anlatacak bir şey olmadığında sinema etkili olamaz. Sinemada 90 dakikalık bir filmin anlatı kurgusu bazen bir aylık zamanı bazen üç yıl bazen de 30 yılı anlatabiliyor. Kısacası bizim yaptığımız iş, kralın soytarısının başlattığı hikâyeden dönüşerek devasa bir bütçeyle başlayan bir işe evrildi.

Edebiyat perspektifinden bakıldığında, romanların sinemaya uyarlanması takdire şayan bir uygulamadır. Uyarlanmış senaryolar genellikle daha başarılı olur. Çünkü edebi metinlerin derinliği ve zenginliği oldukça büyüktür. Günümüzde iyi senarist ve yönetmenlerin filmlerinin anlatısında edebiyattan ilham aldıklarını görmekteyiz.

Kesinlikle. Yazarların zengin kelime hazineleri ve güçlü betimlemeleri, eserlerinin sinemaya uyarlanmasını oldukça uygun hale getirir. Bu, doğru bir senaryo ve yapım ekibi ile birlikte, etkileyici ve başarılı işlerin ortaya çıkmasını sağlar. Yazarın eserini doğru anlamak, karakterleri derinlemesine analiz etmek ve hikayenin ruhunu korumak, başarılı bir uyarlama için kritik öneme sahiptir. Bu sayede, sinema sektörü edebiyatın zengin dünyasından ilham alarak önemli eserlere hayat verebilir.

Yeni sinemacılara seslenmek istiyorum. Türk edebiyatında henüz sinemaya uyarlanmamış birçok romanda insanlık hikayesi bulunmaktadır. Görüntüye dönüşmemiş kelimeler mevcuttur. Bir insan vücuduna dönüşmemiş birçok eser vardır. Yeni bir senaryo yazmak zorunda değilsiniz, zira çekilebilecek çok sayıda roman hikayesi mevcuttur. İnsanı insan yapan şey duygulardır. Yüksek, güzel ve insanca duyguların edebiyatçılar tarafından yazılmış eserlerinin sinema aracılığıyla seyirciyle buluşturulması son derece önemlidir. Sevgi, şefkat ve merhamet gibi duygular ön planda olmaya başladığında, sinemanın insanlığın duygularını anlatan bir görsel bellek haline gelerek gelecek nesillerin daha iyi yetişmesine ve toplumsal hafızanın korunmasına katkı sağlayabileceğini düşünüyorum.

Yüksel Torun'a değerli zamanını ayırdığı için içtenlikle teşekkür ederim. Söyleşimiz boyunca paylaştığı bilgi ve deneyimler, sinemaya olan tutkusunu ve katkılarını daha yakından anlamamıza yardımcı oldu. Onun değerli görüşlerinden ilham aldık ve stüdyo aşamasında olan sinema filminde başarılar diliyorum. Merakla bekleyin!