Kamera karşısına ilk olarak “Zalim İstanbul” projesiyle geçmiştiniz. Oyunculukta sizi çeken ne olmuştu?

Oyunculuğa ilgim lise zamanı başlamıştı ve evet ilk kamera deneyimim Zalim İstanbul dizisi ile olmuştu ama oyunculuk anlamında kısa ve yüzeysel bir deneyimdi; en azından ilk defa set ortamını görmüştüm. Oyuncu olmak istememin tek bir sebebi yok aslında; kimisinin yolda değiştiği, dönüştüğü, kimisinin de varlığını hâlâ sürdürdüğü sebeplere dayanıyor isteğim. Büyüme döneminde kendimi rahatça ve açıkça ifade edebilmekte zorlandığım için Melis dışında başkası olabilme fikri, en azından belirli bir alan içinde bunu deneyimleyebilme hâli hem merak uyandırıyor hem de çok özgür hissettiriyordu. Diğer güçlü motivasyonum ise insanları bir noktada etkileyip harekete geçirebilecek ve birilerinin hayatında büyük ya da küçük değişim yaratabilecek güçte bir meslek yapmayı istemekti. Mesleğim gereği de sürekli yaratıcı ve eğlenceli bir sürecin parçası olmak, işlerin monoton olmayıp sürekli değişmesi, sürekli yeni insan tanımak ve birlikte üretmek sıkılgan yapıdaki bana çok iyi geliyor. Farklı farklı karakterler, durumlar, koşullar üzerine çalışmak, okumak, anlamak, kendini sürekli beslemek ve işin doğasının böyle işlemesi bence çok keyifli ve geliştirici. İnsanın sevdiği işi yapması ise hem kendi hem de çalıştığı diğer insanlar için gerçekten büyük bir ayrıcalık.

Boğaziçi Üniversitesinde öğreniminize devam ediyorsunuz. Oyunculuk ile birlikte nasıl gidiyor? Hangi alanda devam etmeyi düşünüyorsunuz?

Hem şehir dışında çalışmak hem de Boğaziçi’nde okumak açıkçası çok kolay olmuyor. Elimden geldiğince o tarafı da tutmaya çalışıyorum ama bu yoğun tempo içerisinde okul biraz uzayacak gibi duruyor. Ben kariyerimi oyunculuk üzerine kurmayı planlıyorum, okulumu da bir an önce bitirip diplomamı kenara koymak ve yükseğimi oyunculuk üzerine yapıp o yoldan da devam etmek istiyorum.

Sosyal medya hesaplarınızda hayvanlarla pek çok fotoğrafınız var ve at da biniyorsunuz. Bu nasıl bir duygu? Atlarla ve binicilikle aranız nasıl?

Üniversite zamanı binicilik kulübü ilgimi çekmişti, o sıra  ilgilenmiştim atlarla ve o dönem bana çok da iyi hissettirmişti. Bu kadar güçlü ve heybetli bir canlıyla iletişim kurmayı ve birlikte hareket etmeyi öğrenmek çok keyifli ve meditatifti, çünkü başta doğru iletişimi ve bağı kurabilmek için hem zihni hem hissi kontrol etmek gerekiyor. Bunu yapmayı bir kere öğrendikten sonra tek vücut olabildiğin, konuşmadan anlaşabildiğin, birlikte vakit geçirdiğin, sana çok özgür hissettiren bir dost edinmiş oluyorsun.

Cookie ile bağınızı nasıl anlatırsınız?

Evimize ilk geldiğinde Cookie bana çocuğummuş gibi geliyordu ama ben evden ayrıldıktan ve artık belirli aralıklarla görüşmeye başladığımızdan beri onu çok seven ve her geldiğinde de şımartan teyzesiymişim gibi hissediyorum.

“Gönül Dağı” projesinden ilk teklif geldiğinde neler hissetmiştiniz? O anları anımsıyor musunuz? Duygu olarak, o ilk an neredeydiniz, şimdi neredesiniz?

Selma öğretmen karakteri için biz “audition”ı bir sene önce atmıştık fakat hikâye akışındaki değişikliklerden dolayı karakter, diziye o sezon dahil olmamıştı. Biz de o iş olmadı diyerek başka işlerle görüşmeye devam etmiştik . Üçüncü sezon başlayacağı dönem tekrardan arayınca ve görüşmeler de olumlu yönde geçince bu kadar tutmuş, izlenen bir işin içine ana cast bir rolle girme ihtimali benim için hem çok heyecanlandırıcı bir fırsattı hem de yolun başında olduğumdan bir yandan da çok endişe vericiydi. Bu fırsatı değerlendirebildiğim ve altından kalkabildiğim için çok mutluyum.

Gönül Dağı’nın büyük bir izleyici kitlesi var. Selma öğretmene tepkiler nasıl? Hayranlarınızla ilgili ilginç şeyler yaşadınız mı hiç?

Dizinin gerçekten çok büyük bir izleyici kitlesi var. Bunu gittiğimiz her yerde istisnasız görüyoruz. Selma da zamanla hikâyesiyle çok sevilen bir karakter oldu ve ben de bunun için çok mutluyum. İşin bana tuhaf gelen tarafı, bazen bazı izleyicilerimiz Selma olduğuma o kadar inanıyorlar ki beni oğullarına almak istediklerini söyleyip kimisi fotoğraf gösteriyor, kimisi alıp evine götürmek istiyor; ben de haliyle bir yerden sonra tedirgin olmaya başlıyorum. O durumlarda Melis olduğumu söyleyip Selma olmadığımı anlatmaya çalışıyorum ama kimisi kabullenmiyor kimisi de hayal kırıklığı yaşıyor.

Selma ile Taner’in ilişkisi de dizinin hayranlarının çokça konuştuğu konulardan biri. Siz bu ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?

Taner ve Selma’nın aşkları büyük bir sevgi, anlayış ve birbirini gözetmeye dayanıyor bence. Uzun bir süre ayrı kalmalarının en büyük sebeplerinden biri, o dönemde bile birbirlerini çok gözetiyor olmaları. Taner kendinden emin olmadan, taşıdığı yüklerle Selma’yı gelip kırmak, yormak istemedi; Selma, Taner’e açıldıktan sonra neden olamayacaklarını anlayıp Taner’e saygı duydu ve uzaktan kendi kendine sevmeye devam etti. Kimisine göre birini yıllarca sevmek takıntı olarak algılanabilir ama Selma’nın durumunda birini beklentisizce, koşullara bağlamadan, sadece olduğu kişi için sevmek ve her durumda iyi olmasını istemek, uzaktan bunun için elinden geleni yapmak, kişiye karşı beslenen gerçek ve büyük bir sevginin sonucu gibi geliyor bana. Bu iki kişi bir araya geldiğinde bizler de nahif bir aşka tanık oluyoruz.

Aşk sizin için ne demek?

Aşk; kişiden kişiye, hatta dönem dönem kişi için bile değişiklik gösteren bir kavram bence. Şimdiye kadarki deneyimimle aşk benim için aklının bir köşesinde sürekli onu düşünmek, sürekli iyi olmasını istemek, yanında ve yakınında durmak istemek, kimse için göstermediğin gayreti, emeği seve seve onun için vermek demek. Normalde yaptığın şeyleri onunla yaptığında katbekat zevk almak, o yüzden birçok şeyi de beraber yapmayı, paylaşmayı seçmek. En güzel kısımlarından biri de, hayatımda biri yokken kendimi her ne kadar yalnız hissetmesem de her şeye karşı tek başıma hissederdim ama aşk, ilişki insana kendini tek başına hissettirmiyor, her şeyle baş etmek çok daha kolaylaşıyor; sarılınca, yanında olduğunu bilince her şey hafifliyor.

Sevgililer Günü için bir plan yaptınız mı? Muhteşem bir Sevgililer Günü nasıl olurdu sizin için?

14 Şubat’a bir planım yok ve ideal Sevgililer Günü de benim için tam olarak bu plansızlık ve spontane hareket etme hali. Birbirimize ayıracağımız bir gün bahanesi ile o gün çıkıp o an içimizden gelenleri yapmak; yemek istediğimiz bir şey vardır, gider onu deneriz, oyun oynamak istersek oraya geçeriz, iyi müzik dinlemek ya da iyi bir oyun seyretmek seçeneklerimiz olabilir. Plan yapmadan “hadi şunu yiyelim, içelim, oynayalım, izleyelim, dinleyelim” dediğimiz, keyif alacağımız etkinlikler silsilesi benim için mükemmel bir özel gün aktivitesi olur.