Şair Özel, başkanı olduğu İstiklal Marşı Derneği'nin resmi sayfasında yakın tarih üzerine değerlendirmelerini sürdürüyor.
Özel, son yazısında Türkiye'nin tam istiklalinin gerçekleşmediğini, dolayısıyla istiklal mücadelesinin hedefine ulaşmadığını savunuyor.

TÜRK İSTİKLÂLİ VE AVRUPA

Umumiyetle Amerika kıtasında ve fakat bilhassa ABD'de zihnin boş olduğunu yazdım. Bu boşluk hassaten Avrupa kökenliler tarafından istenmiş bir şeydir. Amerikalılar kaçıp kurtulmak istedikleri Avrupa'nın tarih yükünü üzerlerinde hissetmek istemiyordu. O kadar istemiyorlardı ki, Avrupa'nın tarih dolambacından kurtulma cehdinden doğan Birinci Cihan Harbi'ne ABD'nin müdahil olmasına tamamıyla muhalif idiler. O günlerde dünyanın dikkati harbin sonunda ortaya çıkan 14 maddelik Wilson prensiplerine çevrildi. Bu prensiplerin gölgesinde Türk istiklâli kendine Avrupa karşısında bir mazeret aradı. Buldu mu? Hayır.

"TÜRKİYE'NİN İSTİKLÂLİ"

Türkler ancak üzerine TBMM'nde de yemin edilen “Atatürk ilkeleri” seviyesinde müstakil sayılabildi. Türkçe tangolar kadar istiklâl sahibiydik. Kafkas kökenli olduğu bilinen Keriman Halis 1932'de dünya güzeli seçilerek Avrupa'ya mahsus Hıristiyanlığın damgasını Türkiye üzerine bir kez daha vurmuş oldu. Güzellik hikâyesinin hitama ermesi için 1952 Avrupa güzeli olarak Rumeli Türkü diye bilinen ve kökenleri Çerkez-Gürcü olan Günseli Başar'ın karşımıza çıkması gerekiyordu. Ceddi Türkiye'nin Batılılaştırılması hususunda ciddi adımlar atan Günseli Başar'ın doğum yılının 1932 olması da yadırgatıcı bir tevafuktur. Her iki “güzel”in genetik bakımdan Türk dışı kaldıklarına dair bir iki söz etmem Türk birliğinde homogen bir standart aramam sebebiyle değildir; Türk milletinin başına belâ saranların bu işleri Türk dışı genlerine sadık kalmaları hatırına yapmış olmalarıdır.

"TÜRK AKLINI DOLDURMAK VAZİFESİ"

Türklerin dinlerinden soğutulması ve İslâm'a düşmanlığın toplumda temayüz etmek için bir koz gibi algılanmasının geçmişi en azından III. Selim saltanatına kadar uzanan bir karmaşık sergüzeşttir. Karmaşıktır, zira toplumdaki yenilikler mutlaka bir melâneti işaret etmez. Bizim Türk aklını doldurmak gibi bir vazifemiz var. Belki bu vazifeye talip çok insan yaşadı bu ülkede. Avrupa'nın medeniyet yolunda ilerlemek için aristokrasiden istifade ettiğini öğrenen II. Abdülhamid Avrupa'nın ulaştığı sonuca varmak için bir zadegân zümresi türetmeğe çalıştı. Bunun ahmakça bir hata olduğunun görülmesi taraftarıyım. O halde medenileşmek adına Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye mekteplerinin açılmasını da hatalı bulabilir miyiz? Gayemiz bağcı döğmek değilse dikkatimizi üzüm yemenin faydasına çevirmeliyiz. Karmaşıklıktan kurtulmak için aslımıza dönmekten başka bir yol yok. Nedir bizim aslımız? Aslımız Arabın Aceme Acemin Araba bir üstünlüğü olmadığını bize öğreten Müslümanlıktır.

"AVRUPA'NIN GÖZÜNE GİRMEK..."

Müslümanlık her milletin aslı olabilir. Çünkü Kur'an yalnızca bir kavme değil bütün milletlere indirilmiştir. Sadakatle tatbik edilen Müslümanca yaşayış her toplumun hayatını şekillendirmiştir. Asıl dikkate değer olan Türklerden başka her milletin dinden bağımsız bir asıl benimseyebileceğidir. Nitekim Faşist İtalyanlar asıl olarak Roma Medeniyetini benimsediler. Nasyonal Sosyalist Almanlar kafalarına (daha doğrusu kafataslarına) göre bir Alman ırkı türetmeğe kalkıştılar. Gestapo'yu yöneten Himmler Yahudiliği apaçık bilindiği halde dar beli ve geniş omuzları yüzünden tipik bir Alman olarak alkışlandı. Ruslar zihinlerini aydınlanmaya, XVIII. yüzyıl aydınlanmasına teslim ettiler ve bu teslimiyetten ne umdularsa onu buldular. Avrupa medeniyetine devlet memurları üzerinden intibak etmek isteyen Türkler bu işin sonunu getiremedi. Başlangıç noktasında yani Avrupa'nın gözüne girmenin iyi bir başlangıç olduğu fikrinde kaldı.

DEMOKRASİ VE MALİ KÖLELEŞTİRME

Modernlik her ne kadar sanatta ve felsefede çeşitlenmelere yol açsa da hayatî hususiyeti malî kalan bir tavırdır. Türkler ticaret yollarını denetim altında tuttukları için Hindistan'a deniz yolundan ulaşarak Türk gücünü arkadan çevirme düşüncesi büyük keşifler çağını başlattı. Onu müstemlekeleştirme devri takip etti. Avrupa tarihinin bir dönemi oldu ki, müstemlekesi olmak Avrupalı olmanın nişanesi sayıldı. Arkasından süratle insan yığınlarının köleleştirilme uygulaması modernlikle eş anlam kazandı. Yığınların köleleştirilmesi II. Cihan Harbi sonunda ideologi karşıtı kamp eliyle resmiyet kazandı. Bu sefer elde Faşizm gibi, Nasyonal Sosyalizm gibi aygıtlar yoktu. Demokrasi muhafızı rolüne talip olanlar işin aslının malî hegemonya olduğu fikrini gizleme gereği duymuyorlardı. Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, temelleri itibariyle Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar açıktan köleleştirme faaliyeti yürüttüler. Bu kurumlarda iş bulma endişesi, zevki ve tatmini on binlerce zekâyı bozuk para gibi harcadı.

"TÜRKLEŞMENİN VE İSLAMLAŞMANIN SOYU KURUTULDU"

Batılılaşma Türk topraklarında bir zamanlar mamul madde ihraç eden ve ham madde ithal eden yetkeyi iflasa sürükledi. Müflis Türkler Batılılaşmayıp ne yapacaklardı? Medeniyetin kölesi olmaktan her gün biraz daha Türkleşip, her gün biraz daha İslamlaşarak kurtulunabilir miydi? Bu hiçbir zaman denenmedi. Bilakis Türkleşme ve İslâmlaşma yönünde bir adım atmağa yeltenenler cezalandırıldı ve soyları kurutuldu. Niçin? Çünkü biz, sunuf-u devlet olarak biz elimizde hangi değerleri tuttuğumuzu bilmiyor ve yani kendimize değer vermiyorduk. Eşhasın toprak mülkiyetinden uzak tutuluşunun insanlığın kurtuluşu yolunda bir ileri adım olduğunu fark edecek bir ortam tesis edildi mi? Hayır, edilmedi. Başımızı baş etmemiz gereken medeniyete eğdik. İstiklâl Marşı Derneği olarak İstiklâl Harbimizin sona ermediğini iddia ediyoruz. İddiamızı eğik boyunla ispat edemeyiz. Daha dün Gelibolu'da Çanakkale direnişimizi inkâr eden düzenlemelere boyun eğdik. Yakın tarihimizin son iddiası “Misâk-ı Millî” idi. Bu yemine ihanet edenler Türkiye Cumhuriyeti'nin tutturacağı yöne halen karar veriyor.

Kaynak: istiklalmarsidernegi.org