SUNUŞ:

Abdurrahman Dilipak, 1949 Adana doğumlu. Sürekli olarak yazan, okuyan, araştıran, soruşturan kendisini sorumlu hissettiği bütün fikri alanlarda çabası olan bir entellektüel. Bir başka cepheden ifade ile  o bir  intelijansiya da diyebiliriz. Dava ve dert edindiği meseleleri için yarım asrı aşan yazarlık serüveninde 64 kitap yazdı. Çok genç yaşta atıldığı yazı hayatında Türkiye’nin siyaset, toplum, gündelik hayatlar, insan, eğitim, fikir, kültür, dini hayat sahaları başlıca yazı ve tefekkür alanlarını oluşturmakta. Televizyon programları, konferanslar, kitaplar, gazete yazıları, röportajlar mesajlarını ulaştırmak için sarfı mesai ettiği başlıca uğraş alanları. Bu toprakların her meselesinin tartışılabileceğini yazı ve yaşayışına konu edinmiş bir isim. Şu bir gerçek, kendisi uzun yıllardır bu toprakların konuşma, tartışma ve yazı hayatına kattığı enerji ve oluşturduğu sinerji ile var olmuş. İnandığı dava ve çizgisinin kalem kavgalarını vermiş. Cemiyette canlı bir fikir hayatının daimi bir tarafı konumunda bulunmuştur. Fikir imal edebilen, fikri hamule sahibi bir münevver olma çabasını halen çok canlı bir şekilde sürdürmekte. Türkiye’de ”okuma”, ‘kitap”, ‘fikir’ telaşı taşıyan herkesin hafızasında onun fikir, yazı ve eserlerinin izlerine rastlamak mümkündür.

Biz kendisiyle insan inşası eğitim, okuma ve insanımızın yetiştirilmesi diyebileceğimiz bir alanda sohbet ettik. İçinde okuma, bilgi, insan, biz, talim, terbiye, eğitim kavramlarının geçtiği bir röportaj. Yol ve fikir açıcı bir sonuç ortaya çıktı. İstifade ile okunacağını umuyoruz.

Abdurrahman Dilipak İle Röportaj:

Maarifin Sesi:  Okuma nedir? Kaliteli bir okuma nasıl yapılmalıdır?


DİLİPAK: Okumak! Bir fiili ifade ediyor. Okuma! Bir nehiy. Okumama emri ya da okuma eylemi ile ilgili hal’i ifade eden bir kelime.

“Oku” dini bir emirdir. Orada Vahyi tekrarlamak anlamına gelir. Ya da kitap okumak, bir başka anlamı ile kâinatı okumak, Yaşadığımız zamana ve mekana akleden bir kul olarak şahitlik eden, tefekkür ederek, o konuda harekete geçmeyi, sorumluluk üretmeyi de ifade eder. Yoksa, “sadece okumak” hatta “ezberlemek” fazla bir anlam ifade etmez. Ebu Cehil namı diğer Ebul Hakem, zamanının en bilgili kişilerden biri idi. Ama kitap ona “Ebu Cehil” der. Kitabi anlamda “Kitap yüklü eşek” hükmündedir. Rivayet edilir ki Karun, Hz. Musa ve Harun’dan sonra Tevrat’ı en iyi bilen kişi idi, ama lanete uğradı.
Bakmak ve görmek nasıl iki farklı şeyse, okumak ve anlamak da öyle.

Bilgiyi de “Gerçek” ve “Hakikat” olarak iki ayrı düzlemde ele almak gerek. Hakikat’e yükselmek için hem iç, deruni bilgiye, hem de gerçeğin bilgisine ihtiyacımız var. Yani beş (5) duyu yanında kalbi bilgi, sezgi, fıtratımızda gizlenen vahyin istikamet verdiği bir başka bilgiye daha ihtiyacımız var. Bu da “Aydın ile “Münevver”, “Arif”, “Eğitim”le, “Maarif” arasındaki farkı ifade eder.
Okumadan önce, kelime, terim ve kavramların anlamını bilmek gerekir. Sonra o bilgi ile ilgili Vahiy ve Risalet, ahlak, hukuk ile gerçek ve eşyanın mahiyeti hakkında ön bir bilgiye sahip olmak gerek. Yani kelime bilgisi, adab-ı muaşeret ve hey’et ilmi ya da kozmografya dediğimiz, mantık, matematik, geometri, coğrafya ve astronomi, zaman ve mekan bilgisine sahip olmamız gerekir ki, hakikata “vakıf” olalım ve onu idrak seviyesinden bir adım ilerisine taşıyalım.
 
Maarifin Sesi: Okuma ile kalp ve davranış terbiyesi arasında nasıl bir ilişki kurmaktasınız?

DİLİPAK: Okuma “Kafayı kiraya verme” şeklinde olmamalıdır. Muhakeme, kıyas ve olayı farklı açılardan görmek için bilenlerle, “Yakin” seviyesinde, yani aynel yakin, ilmel yakin, Hakkel yakin bilgi sahibi olanlarla istişare ve  aynı zamanda konuyla ilgili olarak farklı zaman ve coğrafyalarda  Vahiy, ilmi tekâmülün geldiği nokta ile, o konu ile ilgili yarar ve zarar ihtimali olanlarla müşavere ederek sonuca gitmek gerekir. Beyin ve kalp ilişkisi olmadan hedefe varılamayacaktır.
Çünkü müminler, her konuyu ahiretle ilişkilendirir. Sonuçta bu dünyada yaptığımız, yapmamız gerekirken yapmadığımız her şeyden hesaba çekileceğiz. Burada Mü’min yürekler için aslolan “Allah’ın rızası”dır. Çünkü Müslümanlar için aslolan “Allah’ın rıza’sının tecellisinin vesilesi” olmaktır. Bu da bu dünyadaki yaptıklarımız-yapmadıklarımız, söylediklerimiz-söylemediklerimizle ilgilidir.

Bu anlamda burada “adab-ı muaşeret” yani dünya işlerimizin adabı-edebleridir. İnsan-Tabiat (Cansız alem, bitki ve hayvanlar) ile ilişkimiz kulluğumuz açısından bir imtihan anlamı taşımaktadır.
Bu anlamda, insan aklı kadar iman edecek ve aklı kadar amel işleyecektir. Ayet bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” der. O zaman bilmediğimiz bir şey de iman edemeyeceğimize göre, okumak, ilmin anahtarı olarak önem kazanmaktadır.

Maarifin Sesi: Kısaca ilim, bilgi, bilge, hikmet tarifi yapabilir misiniz?

DİLİPAK: “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir, sen kendinizi bilmezsin. Bu nice okumaktır”
Hikmet, “Vehbi ve kesbi yolla, içe dönerek ve dış gözlemle, bilgi, fiil ve davranışta mükemmellik haline ulaşma aracı, “hükmün esbabı ve gayesi” (makāsıd-ı şâri‘) veya “verilen hükümle varılmak istenen maslahat” (mesâlih-i ibâd), sonuçta insanın aklı ile vicdanının sulh edilmesi, bu yolla insanın insanla barıştırılması ve insanın fıtratla, yaratılış gayesi ve tabiatla barıştırılması ve bu yolla Allah’la barıştırılması gayesine matuf her türlü çabadan söz etmekteyiz. “Eşyanın ve hadisatın hakikatine dair, yaratılışla ilgili esbabın, sebeb-i hikmetinin (Yaratılış sebebine dair deruni bilgi) ilâhî sırların ve gerçeklerin bilgisi, varlıkların yaratılış gayesinin kavranması ve hadisata ilişkin sebeb-sonuç ilişkisi gibi anlamlar taşır.

Hz. Adem okur yazardı, evde oturuyordu ve Allah ona eşyanın isimlerini Vehbi olarak öğretmişti. Biz insanı, 4 asli, 3 arızi kimlikle tanımlarız. İnsan asli anlamda cevher olarak Ruh, akıl, can ve nefs’den oluşur. Arizi olarak ise, bizim parçamız olmasa da bizimle birlikte olan 3 kimlik söz konusudur. Bunlar da Melek, Cin ve Şeytandır.. Bunlar da bize bilgi taşır. Mesela kitap bizi “Şeytan’ın iğvası” ve “Hannas’ın vesvesesi” konusunda uyarır.

İnsanın asli unsurlarından sadece akıl bizim irademiz içinde yer alır ve akıl diğer cevherlerden hangisine dokunursa onu aktif hale getirir. Bunun sonucu insan ya ekmel-i mahlukat, eşref-i mahlukat ya da belhum adal olur. Sağlıklı yaşar ya da kendi bedenine karşı zarar vererek acı çeker.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken hassas nokta şu ki, akıl tek başına hakikatin kaynağı ve ölçüsü değildir. Ancak akıl yoksa iman da yoktur. Yani sonuçta ‘Hakikat’in bilgisine ulaşmak için kalbi bir temayül yanında akli bir teslimiyet de gereklidir. 

 Maarifin Sesi: Maarif, terbiye, talim kavramları sizin zihninizde nasıl bir insan hayali uyandırıyor?

DİLİPAK: Maarif, İrfana ulaşmanın aracıdır. Eğitim ve terbiye tehlikeli olabilir. Terbiye ve Mürebbiye, “Rablik” anlamı taşırsa fitnedir. Rabbe yönelten rehberlik bu işin sınırıdır. Talim-terbiyenin “İlahlık ve Rablik” tanımı ile birlikte düşünülmesi gerekir. Genel anlamda Eğitim ve Terbiye,  bir üst iradenin alt iradeyi biçimlendirmesi olarak uygulanmaktadır. Bilinenin tekrarı geride kalanlar için “ileri” bir hedef de olsa, gelecek açısından bir üst sınırı da beraberinde getirmektedir. “İki günü bir birine eş olmamak üzere, tekâmülün sürekliliği için gelişme, yenilik ve gerçeklik düzleminde kuşku ve farklı görüşlerin müzakeresi ile mümkündür.

Maarifin Sesi: Okuma talimi ya da okuma temrinleri yahut buna okuma hedefleri diyecek olursak sizin önerileriniz nelerdir?

DİLİPAK: Teknik olarak “Hızlı okuma teknikleri” var. Öğrenme ve ezberleme ile ilgili Neuralink, Subliminal Edu. İpnotik eğitim gibi farklı bilgi yükleme teknikleri söz konusu. Bütün bunlar mekanik bir öğrenme / yükleme yolu ile öğrenme teknikleridir. Burada anlama yok, bir bilgisayar gibi bilgi tekrarlama söz konusudur. Bilginin gerçekliği ve hakikati, tekâmülü kendi kurallarına göre sorgulanabilir. Dolayısı ile “Great reset” örneğinde olduğu gibi “yeni normal” yaklaşımlarla yeni bir “norm” üreterek, kendini aynı doğrultuda güncelleyebilir. “Pot ya da paranormal” yaklaşımlar da yine aynı Nork kurallarına bağlı olacaktır. Çünkü, kaynak, yöntem ve gaye farklıdır. Bu rasyonalit, pozitivist anlayış bizi hakikate, yani rızaya, daha anlaşılır olsun diye ahirete / Cennete hazırlamak. Onların gayesi yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayata kapı aralamaktır ki, Şeytan Hz. Adem ve Hz. Havva’ya aynı yalanı söylemişti. O ilk yalan, bugün ahir zaman ümmetine yine aynı formatta, CoVID örneğinde olduğu, hikmet taklidi bir doktorluk bilgisi olarak sunulmaktadır.

Bilginin kaynağı, şekli, usulü ile yeniden sorgulanması ve Müslüman aklı bulandıran zihnin yeniden ele alınması gerekiyor. Bu günkü bilgi, kaynak, yöntem ve hedefi itibarı ile ‘Hakikat’e yabancıdır. Kader, rızık, ecel gibi; Helal-Haram, Mübah gibi, Allah’ın rahmet ve bereketi, koruması gibi hayata ilahi müdahaleyi kabul etmez. Bizim bu anlamda “yeniden iman etme” temelinde arınma ve “tecdid”e ihtiyacımız var.

Maarifin Sesi: Kendi okuma metotlarınızı ve zamanlarınızı bizimle paylaşır mısınız?

Gençliğimde, çok erken yaşlarda hem dini hem ideolojik, hem politik, iktisadi, insani ve tabiat ile ilgili bir çok temel metni okudum. Daha sonraki yıllarda hep tematik okumalar yaptım. Aramakta olduğum şeyi aradım ve karşılaştırmalı okumalar yaptım. Geçmiş, bugün ve gelecek açısından sorguladım. Gerçek değişken onun için hep sorguladım. Hakikat değişmese de, benim algım sahip olduğum bilgi seviyesine doğru yönde ileri doğru farklılık, derinlik kazanabilir. Onun için bilgi, donmuş değil, sürekli yenilenen bir süreçtir. Vahy değişmese de vahye şahitlik sürecinde, her okuyuşumda daha fazla bir şey bulduğumu söylemem gerek. İlim bir okyanus. Okyanuslar mürekkep, ormanlar kalem olsa, Allah’ın yaratışını yazmakla bitiremez. Benim kafam ise bir kase. Kafam manen ne kadar büyükse bu ilim deryasından o ölçüde bir şey alacaktır. Ve aslında bu, insanın sonsuzluğa açılan bir tekâmül yolculuğunun anahtarıdır.

Maarifin Sesi: Bu röportaj için bize zaman ayırdınız ve çok değerli bilgiler verdiniz. Size çok teşekkür ediyoruz.

DİLİPAK: Ben teşekkür ederim.