Özel'in “Hangi millet daha zinde?” başlıklı yazısından önemli bölümler;
Avrupalılar önce kendilerinin yeryüzünü kaplayan insanların bir kısmı olmaktan daha ziyade Avrupalı olduklarına inanmakla işe başladılar. Akabinde bu inancı bütün dünyaya aşıladılar. Avrupa menşeli medeniyetin dinamizmi bir kısım insanı ilerletmiş ve onları yerkürenin hâkimi haline getirmişti.
Esasen insanın kendisi de hayvan dokusuna sahip bir türün evrimleşmesi sonucu ortaya çıkmıştı. Darwinizm bir dönem öylesine yaygın bir modaydı ki Karl Marx'ın Darwin'e bir mektup yazarak onun biyologi sahasında yaptığını bizzat kendisinin toplumbilim çerçevesinde gerçekleştirdiğini bildirdiği; ama mektubuna bir cevap alamadığı dilden dile aktarılmıştır.
Batı'daki sermaye tekelleşmesi
Günümüzdeki hadiseler gerek Darwinizm'in ve gerekse Sosyal Darwinizm'in iktidarından pek bir şey kaybetmediğini gösterdi. Bugün görüşmeler sonucunda Rusya'nın ve Ukrayna'nın ne alıp vereceği merak konusu ediliyor; ama her iki tarafın da İsrail'le olan ilişkisi merak alanının tamamen dışındadır.
Yüzyıllardır devam eden Pax-Britannica ve onu takip eden Pax-Americana tecrübesine rağmen Batı düşüncesi plağı yeni baştan çalıyor. Dönüp dönüp İtalyan Şehir Devletleri'nin metropol rolü oynadığı döneme geliyoruz. Yani talimatlar metropolden periferiye doğru, değerler ise periferiden metropole doğru hareket ediyor.
Dünya Sistemi'nin metropolü başlangıçta İtalyan Şehir Devletleri idi. Sermayenin günden güne hem daha çok birikip hem de tekelleşmesi Dünya Sistemi'nin metropolünü Hollanda'ya taşıdı. Niçin Avrupa'nın bir başka yerine değil de Hollanda'ya? Çünkü Sistem'in içyapısı bunu zorunlu kılıyordu.
Hollanda oluşumunun başlangıcından itibaren Avrupa'da para getiren her işte başarı gösterme hevesindeydi. Meselâ, Berlin'in kanallarını inşa edenler Hollandalılardı. Dünya çapında gemilerle yapılan nakliyat bazı Hollandalıların elinde dikkat çekecek ölçüde büyük mali sermayenin toplanmasına sebep oldu.
“New York'un yerini hangi mekân alacak?” meselesi…
Hollandalılar ellerine geçirdikleri parayı har vurup harman savurmadılar. Bu ülkede bir “lâle çılgınlığı” zamanı yaşandığına dikkat edin. Yani yeryüzündeki mali sermayenin en üst düzeyde bir piyasa üretmesine Hollandalılar sebep oldu. Metropolün Hollanda'dan Londra'ya taşınması zor olmadı. Çünkü Britanyalılar Avrupa kökenli zevatın üzerinde güneş batmayan imparatorluklarında servete kavuşmalarını sağlayan bütün yolları şiddeti de kullanarak ardına kadar açmıştı.
Dikkatinizi aradaki büyük telâffuz engeline rağmen Hindistan'ın ve Pakistan'ın resmi dilinin İngilizce oluşundan ayırmayın. ABD hem Birinci ve hem de İkinci Dünya Savaşı'nın yıpranmamış yegâne ekonomisine sahipti. Eğer Londra'nın yerini New York almamış olsaydı niçin böyle olmadığına hayret edecektik.
SSCB haritadan silindi; ama tarihin sonu gelmedi. Şimdi “tek kutuplu” dünyada New York'un yerini hangi mekânın alacağı meselesi bazı zihinleri meşgul edebilir. Eğer böyleyse bu abesle iştigaldir. Küreselleşme söylemi dünyadaki “imtiyazlı mekânlar” kavramını sarstı. Sarstı; ama yıkmadı.
Avrupa ve ABD iki dünya savaşının acılarını bir daha tatmak istemediği için milâdın 1945'inci yılından itibaren “Hür Dünya”nın yani Avrupa'nın ve ABD'nin silahlı çatışmaların cereyan ettiği mekânlar olmaması için ellerinden ne geldiyse yaptılar. Batı'nın kendi hayrına türettiği imtiyazların gölgesine sığınmak için bir kısım insan seferber olmuş durumda.
Hür dünya bu düzensiz göç karşısında tedbir almak niyetindedir. ABD Meksika sınırına duvar çekmek ve ABD hudutları dâhilinde doğmanın ABD vatandaşı olma hakkının iptalini istiyor. Afrika'dan Asya'dan çoğu insan kapağı medenilerin teminat altında bulundukları Avrupa'ya atmak için ölüm tehlikesini göze alıyor.
İslâmî ilkelerin kurtuluş yolu
Batılılaşma yolunda kat ettiğimiz yoldaki adlandırmalara bakın: İlk aşamada israfa karşı durmak kastıyla doğan Patrona Halil isyanı var. İsyana sebep olan vakıaya çok sonradan Yahya Kemal’in “Lâle Devri” adını verdiği söylenir. Kapitalizmin Türk topraklarını esir alma macerasının parlak isimleri Tanzimat, Islahat gibi deyimleri benimsemiştir. Yani Türk topraklarında çoğunluk yararına işleyen bir düzen olduğu bir kalemde inkâr edilemiyordu. Okuryazarların noksan saydıkları bazı noktalar tanzim ve ıslah edilmeliydi. Nasıl yapacaktık bunu? Tanzimat dönemi yazarlarından yalnızca biri, Namık Kemal “Madem Tanzimat’ı kaçınılmaz görüyoruz; o halde bunu elimizdeki kusursuz Kur’an-ı Kerim ve altı yüzyıldır istifade ettiğimiz fıkıh yardımıyla başarabiliriz” mealinde bir fikir ileri sürmüştü. Bugünün Türkeli’nde Namık Kemal’in böyle bir tezi savunduğundan habersiz insanlar yaşıyor.
Dört asırdan bu yana bu insanlar millî değerlerden habersiz olmakla kalmadı. Onlar düşmanlarımıza mahsus değerlerin topluma yukardan aşağı giydirilmesi için ellerine geçirdikleri bütün imkânları sonuna kadar kullanmakta kararlıdırlar. Bu durum benim Türk topraklarında zinde güçlerden medet umulmasına muhalefetimin sebebidir. Türk topraklarında yaşayan gayri-Müslimler Batılılaşmanın başarılmış bir program olduğuna halkı inandırmış görünüyorlar. Hükümran olan sadece bakış bozukluğudur. Batılılaşmanın hiçbir merhalesi bir diğerini tamamlamaz. Andığımız merhalelerden her biri kendi aralarında değil, dünya şartlarının o günkü durumuyla birebir irtibatlıdır. Yani Türk milletine güvenmenin hiçbir endişe verici tarafı yoktur. Eğer kaş yapayım derken göz çıkarmazsak bakış bozukluğunu gidermemiz çok zaman almaz.
Kaynak: İsmet ÖZEL - istiklalmarsidernegi.org
New York'un Yerini Hangi Şehir Alacak!
Şair ve yazar İsmet Özel, dünyadaki son gelişmeleri değerlendirdiği yazısında sermayenin tekelleşmesine ve Batı'ya doğru yaşanan göç dalgasında milletlerin durumuna dikkat çekti.
Özel'in “Hangi millet daha zinde?” başlıklı yazısından önemli bölümler;
Avrupalılar önce kendilerinin yeryüzünü kaplayan insanların bir kısmı olmaktan daha ziyade Avrupalı olduklarına inanmakla işe başladılar. Akabinde bu inancı bütün dünyaya aşıladılar. Avrupa menşeli medeniyetin dinamizmi bir kısım insanı ilerletmiş ve onları yerkürenin hâkimi haline getirmişti.
Esasen insanın kendisi de hayvan dokusuna sahip bir türün evrimleşmesi sonucu ortaya çıkmıştı. Darwinizm bir dönem öylesine yaygın bir modaydı ki Karl Marx'ın Darwin'e bir mektup yazarak onun biyologi sahasında yaptığını bizzat kendisinin toplumbilim çerçevesinde gerçekleştirdiğini bildirdiği; ama mektubuna bir cevap alamadığı dilden dile aktarılmıştır.
Batı'daki sermaye tekelleşmesi
Günümüzdeki hadiseler gerek Darwinizm'in ve gerekse Sosyal Darwinizm'in iktidarından pek bir şey kaybetmediğini gösterdi. Bugün görüşmeler sonucunda Rusya'nın ve Ukrayna'nın ne alıp vereceği merak konusu ediliyor; ama her iki tarafın da İsrail'le olan ilişkisi merak alanının tamamen dışındadır.
Yüzyıllardır devam eden Pax-Britannica ve onu takip eden Pax-Americana tecrübesine rağmen Batı düşüncesi plağı yeni baştan çalıyor. Dönüp dönüp İtalyan Şehir Devletleri'nin metropol rolü oynadığı döneme geliyoruz. Yani talimatlar metropolden periferiye doğru, değerler ise periferiden metropole doğru hareket ediyor.
Dünya Sistemi'nin metropolü başlangıçta İtalyan Şehir Devletleri idi. Sermayenin günden güne hem daha çok birikip hem de tekelleşmesi Dünya Sistemi'nin metropolünü Hollanda'ya taşıdı. Niçin Avrupa'nın bir başka yerine değil de Hollanda'ya? Çünkü Sistem'in içyapısı bunu zorunlu kılıyordu.
Hollanda oluşumunun başlangıcından itibaren Avrupa'da para getiren her işte başarı gösterme hevesindeydi. Meselâ, Berlin'in kanallarını inşa edenler Hollandalılardı. Dünya çapında gemilerle yapılan nakliyat bazı Hollandalıların elinde dikkat çekecek ölçüde büyük mali sermayenin toplanmasına sebep oldu.
“New York'un yerini hangi mekân alacak?” meselesi…
Hollandalılar ellerine geçirdikleri parayı har vurup harman savurmadılar. Bu ülkede bir “lâle çılgınlığı” zamanı yaşandığına dikkat edin. Yani yeryüzündeki mali sermayenin en üst düzeyde bir piyasa üretmesine Hollandalılar sebep oldu. Metropolün Hollanda'dan Londra'ya taşınması zor olmadı. Çünkü Britanyalılar Avrupa kökenli zevatın üzerinde güneş batmayan imparatorluklarında servete kavuşmalarını sağlayan bütün yolları şiddeti de kullanarak ardına kadar açmıştı.
Dikkatinizi aradaki büyük telâffuz engeline rağmen Hindistan'ın ve Pakistan'ın resmi dilinin İngilizce oluşundan ayırmayın. ABD hem Birinci ve hem de İkinci Dünya Savaşı'nın yıpranmamış yegâne ekonomisine sahipti. Eğer Londra'nın yerini New York almamış olsaydı niçin böyle olmadığına hayret edecektik.
SSCB haritadan silindi; ama tarihin sonu gelmedi. Şimdi “tek kutuplu” dünyada New York'un yerini hangi mekânın alacağı meselesi bazı zihinleri meşgul edebilir. Eğer böyleyse bu abesle iştigaldir. Küreselleşme söylemi dünyadaki “imtiyazlı mekânlar” kavramını sarstı. Sarstı; ama yıkmadı.
Avrupa ve ABD iki dünya savaşının acılarını bir daha tatmak istemediği için milâdın 1945'inci yılından itibaren “Hür Dünya”nın yani Avrupa'nın ve ABD'nin silahlı çatışmaların cereyan ettiği mekânlar olmaması için ellerinden ne geldiyse yaptılar. Batı'nın kendi hayrına türettiği imtiyazların gölgesine sığınmak için bir kısım insan seferber olmuş durumda.
Hür dünya bu düzensiz göç karşısında tedbir almak niyetindedir. ABD Meksika sınırına duvar çekmek ve ABD hudutları dâhilinde doğmanın ABD vatandaşı olma hakkının iptalini istiyor. Afrika'dan Asya'dan çoğu insan kapağı medenilerin teminat altında bulundukları Avrupa'ya atmak için ölüm tehlikesini göze alıyor.
İslâmî ilkelerin kurtuluş yolu
Batılılaşma yolunda kat ettiğimiz yoldaki adlandırmalara bakın: İlk aşamada israfa karşı durmak kastıyla doğan Patrona Halil isyanı var. İsyana sebep olan vakıaya çok sonradan Yahya Kemal’in “Lâle Devri” adını verdiği söylenir. Kapitalizmin Türk topraklarını esir alma macerasının parlak isimleri Tanzimat, Islahat gibi deyimleri benimsemiştir. Yani Türk topraklarında çoğunluk yararına işleyen bir düzen olduğu bir kalemde inkâr edilemiyordu. Okuryazarların noksan saydıkları bazı noktalar tanzim ve ıslah edilmeliydi. Nasıl yapacaktık bunu? Tanzimat dönemi yazarlarından yalnızca biri, Namık Kemal “Madem Tanzimat’ı kaçınılmaz görüyoruz; o halde bunu elimizdeki kusursuz Kur’an-ı Kerim ve altı yüzyıldır istifade ettiğimiz fıkıh yardımıyla başarabiliriz” mealinde bir fikir ileri sürmüştü. Bugünün Türkeli’nde Namık Kemal’in böyle bir tezi savunduğundan habersiz insanlar yaşıyor.
Dört asırdan bu yana bu insanlar millî değerlerden habersiz olmakla kalmadı. Onlar düşmanlarımıza mahsus değerlerin topluma yukardan aşağı giydirilmesi için ellerine geçirdikleri bütün imkânları sonuna kadar kullanmakta kararlıdırlar. Bu durum benim Türk topraklarında zinde güçlerden medet umulmasına muhalefetimin sebebidir. Türk topraklarında yaşayan gayri-Müslimler Batılılaşmanın başarılmış bir program olduğuna halkı inandırmış görünüyorlar. Hükümran olan sadece bakış bozukluğudur. Batılılaşmanın hiçbir merhalesi bir diğerini tamamlamaz. Andığımız merhalelerden her biri kendi aralarında değil, dünya şartlarının o günkü durumuyla birebir irtibatlıdır. Yani Türk milletine güvenmenin hiçbir endişe verici tarafı yoktur. Eğer kaş yapayım derken göz çıkarmazsak bakış bozukluğunu gidermemiz çok zaman almaz.
Kaynak: İsmet ÖZEL - istiklalmarsidernegi.org
GÜNDEM Haberleri
28.11.2025 - 11:43
19.11.2025 - 16:05
19.11.2025 - 15:48
19.11.2025 - 15:45
19.11.2025 - 15:42
19.11.2025 - 14:38
19.11.2025 - 13:54
19.11.2025 - 13:40
19.11.2025 - 13:04
19.11.2025 - 12:58